Bu Blogda Ara

30 Mayıs 2011 Pazartesi

MARDİN VE MİDYAT: GÖRÜLMESİ, YAPILMASI, ALINMASI GEREKENLER

Bir küçük kırmızı not: Bu yazıda anlatılanlar belki başta abartı gibi gelecektir, aslında nasıl da gerçek olduğunu ancak gidip kendi gözlerinizle gördüğünüzde anlayacaksınız.

Midyat
Önümüze sürekli listeler çıkar ya hani; “Ölmeden önce izlenmesi gereken 100 film”, “Ölmeden önce okunması gereken kitaplar” vs. gibi. İşte Mardin ve Midyat tam da ölmeden önce mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Öyle ki, zaten gördüğünüzde dönmek istemeyecek, orada ölüp oraya kök salmak isteyeceksiniz. (Hasankeyf başlı başına başka bir yazının konusu olacak; çünkü o manzarada ölmek değil, sonsuza dek yaşamak istersiniz.)

Herkesin tatil anlayışı farklıdır. Kimisi deniz, kum, güneş isterken, kimisi ormanlık bir alan bulup çadırını kurmak, kimisi ise tarihi öğrenmek, geçmişi koklayabilmek ister. Ben, “tatil olsun da ne olursa olsun”culardandım aslında. “Biraz uzaklaşayım, yeni yerler göreyim, azıcık şu rutinden kurtulayım”dan başka derdim yoktu Midyat’a giderken. Süryani şarabının tadını Süryani manastırlarının mimarisinden daha çok merak ediyordum mesela.. Amma velakin bilmiyordum; bin yıllık bir yapı hâlâ yaşıyorsa, birileri hâlâ günlerini gecelerini orada geçiriyorsa, orası sadece bir taş yığını değilmiş meğer. Farklı bir büyüsü varmış, dışardan kare içerden kubbe görünümlü mimarinin. Güneş tam da tepenizdeyken oturmak istersiniz o avlunun ortasına, yüzünüzü güneşe çevirmek, öylece kök salmak, taş olmak istersiniz siz de orada..

Deyrulzafaran Manastırı / Mardin
Midyat’ta Deyrul Umur (Mor Gabriel), Mardin’de Deyrulzafaran en ünlüleri bu manastırların. Mutlaka gidin, hissedin bu büyüyü. Sadece görmekle kalmayın, hikâyelerini dinleyin oraların.. Bir köyde birbirine aşık olan rahip ile rahibenin, evlenip halkı tarafından aforoz edilmesinin hikâyesini dinleyin. Terk edilen köyde kalan iki Süryani olarak hâlâ Paskalya vb. bayramlarda bir araya gelen Süryaniler tarafından nasıl dışlandıklarının hikayesini dinleyin. O rahip ile rahibenin hüzünlü aşkına tanık olun oraları gezerken.

Süryani çocuklar açsınlar Süryanice İncil’i, onların sesinden dinleyin her biri farklı ezgilerle okunan o sayfaları..

Mardin’de Kasımiye Medresesi’ne uğrayın mutlaka.. Çeşmeden akan, havuza ulaşana kadar aktığı yol boyunca yaşamın evrelerini simgeleyen suyun sesini dinleyin...

Midyat Sokakları
Daracık taş sokaklarda yürüyün, taş evlerin arasında gezinin. Midyat Konuk Evi’ne gidin ve tepesinden Midyat manzarasını izleyin. (Çoğunuz izlediği dizilerden hatırlayacaktır zaten ilk görüşte.)

Yine Midyat’taki Gelüşke Hanı’na gidin mesela... (Cebinizde paranız bol ise Mardin’deki Cercis Murat Konağı’na da gidebilirmişsiniz. Ben tüm paramı incik boncuk için harcadığımdan giremedim kapısından içeri, kefil olmuyorum.) Gelüşke Hanı’nda mutlaka şemmame çekin, reyhani oynayın.. Oynamayı beceremediğinizde duyabileceğiniz “bilmeyenler otursun” sözlerine aldırmayın, öğrenene kadar deneyin. Bir daha öyle bir avluda halay çekme fırsatı bulamayabilirsiniz çünkü.. Merak etmeyin, sabah öğle akşam devamlı halay çeken birilerini bulacaksınız orada. Öyle ki ben orada çalışan garsonların işinin önemli bir parçasının halay çekmek olduğunu düşünür oldum onları izlerken..

Gelüşke Hanı / Midyat
Türküler dinleyerek, Selda Bağcan’ın Ahmet Kaya’nın sesinin eşliğinde Süryani şarabı için mutlaka; yanında onun özel çerezini, karpuz çekirdeğini ihmal etmeden.. Karpuz çekirdeğinin dilinizi yakan tuzu sayesinde daha da iyi fark edeceksiniz üstüne içtiğiniz bir yudum Süryani şarabının ağzınızda bıraktığı güzel tadı. 
Bilmediğiniz yeni tatları keşfedin; kavun çekirdeği alın kavurun, her gördüğünüzü sorun. Oraların mısırını gördüğünüzde “Aaa makarnaya bak, deseni ne güzel, çiçek gibi.” demeyin. J

Hele bir de öğretmenseniz ya da arkadaşınız orada öğretmense yaşadınız. Küçük yerlerde her zaman daha bir değeri var öğretmen olmanın, öğretmenlik hâlâ kutsal meslek oralarda. Tanımadıkları herkese “Hocam” demelerinden anlarsınız zaten, “Hocam” kelimesi saygı gösteren bir ifadedir hâlâ onlar için.
Kürtçe, Arapça cümleler öğrenin.. Öğrendiğiniz beş cümleden üçü teşekkür cümlesi olacaktır zaten.. Bin bir şekli var teşekkür etmenin orada, bin bir kez teşekkür etme ihtiyacı hissedeceksiniz zaten her gittiğiniz yerde her tanıştığınız insana..

Mümkünse öncesinde paranızı biriktirip gidin; her gördüğünüzü almak isteyeceksiniz çünkü. Salaş bir kumaşçı dükkanına girecek, bir sürü ıvır zıvırın arasında kaybolmuş güzelim takıları fark edecek, hazine arar gibi altüst edeceksiniz dükkânı. Dükkân sahibinin gönlü zengin olacak zaten, siz bir tane alırsanız o yanında iki tane daha hediye edecek. (Bu durum, Hasankeyf gibi turistik yerlerdeki esnaf için geçerli değildir, şehrin sokaklarında tur atarken karşınıza çıkacak dükkânlar içindir sözüm.)

Her şeyin kaçağını, bu nedenle daha ucuzunu görecek (sigaradan tutun bakkaldan aldığınız içeceğe kadar), eğer hatun kişi iseniz koca bir poşeti makyaj malzemesi ve parfümle dolduracaksınız..
Eğer benim gibi tütün sarıp içen bir insansanız, Golden Virginia paketinizle gidip o tütünü sarmaya kalkışmayın sakın! Yaşlı başlı amcalar denemek isteyecek, her seferinde de “Bunu mu içiyorsun!” diyerek sizi ezeceklerdir. Cebinizde hâlâ para kaldıysa nereden tütün almanız gerektiğini sorarsınız onlara, ben tütün yerine şaraba yatırmayı tercih ettim paramı.

Bıttım sabunu göreceksiniz orada bol bol. Özellikle saçlara iyi gelirmiş. Kilo ile alıp saçı seyrelmiş arkadaşlarınıza hediye edebilirsiniz; eğer bu duruma alınmayıp sizinle arkadaşlıklarını devam ettireceklerine eminseniz. J

Ve tabii ki gümüşçüler..  Ben oradayken gümüşün fiyatı iki katına çıkmıştı; ama yine de ucuzdu başka yerlere göre. Telkari broşlar, bilezikler, hediyelikler. İhtimal değil ya, yine de almayacak da olsanız bir girin o dükkânlara, ya da vitrinden seyreyleyin, hepsi birer sanat eseridirler..

Başka bir yazıda, Hasankeyf’te görüşmek üzere...

28 Mayıs 2011 Cumartesi

HER ŞEHİR KENDİNE BENZETİYOR BENİ - MİDYAT

Dediler ki; baharda görülmeliymiş Midyat. Meğerse tam zamanında gitmişim oralara, bir aya kalmaz kururmuş havası.

Mardin - Midyat arası bir saatlik yolu ufacık bir araçta sıkış tıkış giderken kurdu bu cümleyi Midyatlılar. Ben o sırada pencereye dayanmış, yeşilliklerin ortasında kırmızının zaferini ilan eden gelincik tarlalarını izlemekteydim. “Durdurun arabayı!” diye bağırasım geldi, “Durdurun da koşup yuvarlanayım, kaybolayım şu gelinciklerin arasında.” Daha uçaktan ineli bir saat olmamış, gelincik tarlalarından başka hiçbir şey görmemiş ve şimdiden aşık olmuştum oraların renklerine.

Sonra insanına aşık oldum. Nasıl gideceğimi sorduğum yol için çıkarıp yol parası veren insanına. (Dolmuş yok diyerek beni kandırmaya çalışan taksicileri ayrı tutuyorum; çakal taksici her yerde çakal taksici :p) Her biri bilmediğim bir başka dilde konuşan, ama birbirlerini anlayabilen insanlarına aşık oldum.. Onların bana yardımcı olma çabasına, otobüse bindiğim an genci yaşlısıyla hep birden ayağa kalkıp yer vermeye çalışan erkeklerine.. Bugüne dek hep bir sempatim olmuştu onlara karşı; içimdeki filizi güçlendirdiler, bir kez daha yakınlaştırdılar beni kendilerine.  İstanbul’dan beraber uçağa bindiğim, suratlarındaki makyajdan ten rengini seçemediğim, kurdukları cümlelere, tepeden bakan gözlerine, aşağılayıcı ses tonlarına katlanamadığım kokoş kadın grubu geldi aklıma. Oradaki yapmacıklıktan nasıl kaçmak istediysem, buranın esmer tenli doğallığına o kadar sarılmak istedim.

Nicedir dinlemediğim şarkılar çaldı bir bir radyoda.. Hiç dinlemediklerimi de ilk kez orada sevdim. Arapça, Kürtçe, Türkçe... Kardeş dillerin kardeş ezgilerini dinledim Midyat yollarında.

Heştreke (Ortaca) Köyü Öğrencileri
Bir köy okulunda buldum sonra kendimi. Liseden bu yana hiç kopamadığım arkadaşım, belki de kendine en yakışan meslek olan öğretmenliği seçmiş, ders veriyordu bir Kürt köyünde çocuklara. Onu izledim, ona imrendim, onunla gururlandım. Dışarıdan gelen bir yabancının etrafını bir anda sarıveren o çocukların merakıyla, kısa süre içinde de sevgisiyle tanıştım.. Başıma papatyadan bir taç konuldu, elime “Öğretmenim, sizin için.” sözleriyle bir çiçek tutuşturuldu. Her biri bir meziyetini sergiledi, şarkılar söylendi, halaylar çekildi.  Midyat’ta bir Kürt köyünde öğretmen oldum bir günlüğüne...

Hah (Anıtlı) Köyü


Hemen yan köye gittim sonra. Birkaç kilometrelik mesafedeki bir Süryani köyüne. Çocuklar aynı çocuklardı, sadece isimler değişti. Birbirlerine Süryanice seslenmeleri, cami yerine kiliseye gidiyor olmaları dışında bir fark yoktu sanki. Arkadaşım anlattı sonra; o köyde öğretmen olmadığı bir dönemde bu çocuklar da yan köye onun sınıfına gelmiş, aynı sınıfta ders vermişti onlara da. Bu çocuklar tam üç dil biliyordu, üç ayrı dilde anlatabiliyorlardı kendilerini. Beraber büyüyordu iki köyün farklı halklarının çocukları, kavgadan uzak büyüyorlardı.

Köy okulunun bakkalı ile muhabbet ettik bir süre. Dükkanın önüne attığı iskemlelerde bize ikram ettiği kaçak çaydan içip kaçak sigaralarımızı tüttürürken, yıllarca İstanbul’da da yaşamış biri olarak Midyat’taki hayattan bahsetti bize. “Buralar başkadır hocam.” diyerek başladı sözüne. ”İstanbul’a da benzemez, diğer Doğu illerine de.” Farklı kültürlerin bir arada nasıl huzur içinde yaşadığından bahsedip, Midyat’a boşuna “medeniyetlerin beşiği” denmediğini anlattı.. Haklı bir övünme vardı sözlerinde, benimse heyecanlı bir imrenme vardı ona bakan gözlerimde..  

Bu sadece ilk günümdü Midyat’ta; akşamında bambaşka duygular içinde, ama huzurluydum. Tıpkı Midyat gibi.