Bir beyaz yakalının sıradan gününden bazı kesitler..
1 Mayıs’a bir haftadan az bir süre kalmışken, 1 Mayıs’ları
mücadeleyi yükseltme günü olarak gören ve 2005’ten bu yana her 1 Mayıs’ta bir
şekilde alanda olmaya çabalayan biri olarak bugün durdum ve bir an sordum
kendime: Bu 1 Mayıs’ın benim için anlamı ne? Toplumsal sorunlar, teorik tartışmalar,
hepsini bir kenara bıraksam, sadece kişisel günlük yaşamımı düşünsem: Bu 1
Mayıs’ın benim için anlamı ne?
2012 yılı 1 Mayıs’ını daha da önemli kılan bir sürü gündem
var elbet; her geçen gün daha yakıcı hale gelen savaş gündemi, her yıl çoğalan
iş cinayetleri, eğitimde sağlıkta dönüşümler, yükselen gericilik, ırkçılık, tiyatrodan internete her alanda
artan sansür ve baskıcı zihniyet ve daha nicesi. Ama özellikle okul bitip de iş
hayatına başlayalı bir sürü nedenden ötürü siyasal mücadelede atıllaşmam, hele
de son girdiğim işte gazete açıp haberlere bile göz atmaya fırsat bulamamamdan
dolayı birçok gündemden uzak kalan bir insan olduğumdan mıdır bilmiyorum;
bunların hepsini bir kenara koydum ve sadece bugünü, sıradanlaşan ve birbirinin
tekrarı olan günlerimden sadece birini, bir beyaz yakalı olarak sadece kendimi
düşündüm.
Aslında her şey kombimin bozulmasıyla başladı. Bu yazıyı
yazma fikri öyle gelişti. Sabah kalktığımda kombim bozuk olduğundan musluktan
sıcak su akmıyordu. Eskidiği için sürekli bozulan kombimi bir kez daha
yaptıracak param olmadığından, “zaten yaz geldi, neyseki çok ihtiyacım
olmayacak” diye düşündüm. Bir de doğalgaza yapılan zam gelince aklıma “tam
zamanında bozulmuş” diye sevindim bile. İşte beni bozulan kombime sevindirecek
duruma getiren zamlara karşı gidiyorum bu 1 Mayıs’ta Taksim’e.
Soğuk suyla yüzümü yıkamak uyanış sürecini hızlandırdığından
bu sorunu bir şekilde avantaja çevirmeyi başarmıştım. İş dişleri fırçalamaya
geldiğinde aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Eğer diş problemi yaşıyorsanız soğuk da sıcak
da acı verici oluyor. En son ne zaman diş hekimine gittiğimi düşündüm. Sigortalı
bir işte çalışan şanslılardan olduğumdan, bir ara dişlerimi kontrolden geçirmiştim.
Ama bir daha ne zaman –nasıl işten izin alıp da- gidebilirim bilmiyorum. Devlet
hastanelerinin hali ortada, özel hastanelere elini verip kolunu kaptırıyorsun. Sabah
soğuk suyla sızlayan dişimin aklıma getirdiği bu düşüncelerle sağlık sistemine
küfrederek gidiyorum 1 Mayıs’ta Taksim’e.
Her neyse, sonra işe gitmek için yola koyuldum. Yine şanslı
azınlık oluşumdan kaynaklı olarak aslında servisim var. Ben, bir yarım saat
daha uyku için yola para bayılanlardanım. Sabah giderken verdiğim yol parası
koymuyor da, akşamları fazla mesai yapıp servise binememek fena oluyor işte.
Bütün gün başımı kaldırmadan çalışmama rağmen bir de akşamları fazladan
fazladan çalışmak, bunun için herhangi bir ücret almamak, üstüne bir de servise
binemeyip yol paranı da cebinden vermek. Bir de acıkıyorsun, yemek parası vs. o
konulara hiç girmiyorum. Her gün fazladan çalıştığım üç saat için gidiyorum
Taksim’e. Genel durumu – emek sermaye çelişkisi, artı değer vs. gibi mevzular
zaten bu yazının konusu değil de – üç kuruşa gün boyu eşek gibi çalışmayı filan
geçtim, sadece o üç saat bile yeterli nedeni sağlamakta benim için bu 1 Mayıs’a
anlam kazandırmaya.
Aslında şirket mesaiye kalanların yemek ve taksi parasını
karşılıyormuş. Ama düşünsenize, her gün mesai yapıyorsanız bu her gün
muhasebeye fiş götürmek demek. Sonra “niye bu kız bu kadar çalışıyor, iki
kişinin işini tek başına mı yapıyor” olmuyor tepedekilerin aklına gelen, “neden
bu kız bu kadar mesai yapıyor, yoksa işin altından kalkacak kapasiteye mi sahip
değil” deniyor. Diğer yandan, işin olmasa bile vaktinde çıkamıyorsun bazen. “Herkes
çalışırken sen erkenden –erken ile kasıt normal mesai bitiş saati- çıkıyorsun”
oluyor onun adı. Kimse bunları sözlü olarak dile getirmiyor belki ama
hissediyorsun. Her durumda bir şekilde kabak senin başına patlıyor yani. Bana
her gün aynı ikilemi yaşatan bu “mahalle baskısı” nedeniyle gidiyorum bu 1
Mayıs’ta Taksim’e.
Bir de çok daha genel ve can alıcı bir sorunum var aslında
hayatıma dair. Bugün bu sorunu genellikten çıkarıp somut cümlelerle ilgili
kişilere de ifade ettiğimden bu yazıda yer almaya hak kazandı. “Ben bu işi
sevmiyorum.” “Bu iş beni tatmin etmiyor.” “Ben üretmek istiyorum.” “Yaptıklarımın
çıktısını görmek istiyorum.” şeklinde ifade edebiliriz kısaca. Bugün neyi
yapmak istemediğimi anlattım karşımdakine; ama ne yapmak istediğimi hâlâ kendim
bile anlamamış olduğumdan pek bir işe yaramadı. Şu yaşıma gelip beş senelik
üniversite ve iki buçuk senelik iş deneyiminden sonra hâlâ ne olmak istediğimi
bilmememe ya da bilsem bile artık şu saatten sonra pek anlamı olmamasından dile
getirmememe neden olan eğitim sistemine karşı gidiyorum bu 1 Mayıs’ta Taksim’e.
İçimi dökesim varmış, uzadıkça uzadı bu yazı.. Ondandır ki
bitirmeye çalışacağım.. Yoksa anlatacak şey çok.. Mesela akşam eve dönerken –hele
de üzerimde bugün olduğu gibi mini etek varsa- yolda işittiğim laflardan,
dolmuşta belki de daha ortaokul öğrencisi bile olmayan çocuğun bakışlarından
rahatsız olup bacağımı örtmeye çalışışımdan pekbahsetmeye gerek yok. Tiyatro
festivaline blet almak isteyip alamayışımdan, alsam bile zaten izlemek
istediğim oyunların sansürlenişinden, okumak istediğim kitapların
yasaklanmasından, takip ettiğim blogların kapatılmasından ve bunun gibi bir sürü
örnekten bahsetmiyorum..
Burda bahsettiklerim sadece bir beyaz yakalının bir gününden bazı
kesitler.. Şimdi ülkede neler neler oluyor, sen neden yakınıyorsun diye
gelmeyin bana.. Çevremde olan bitenden bihaber kaldığımdan gidiyorum zaten
biraz da bu 1 Mayıs’a.. Belki başka bir yazıda devam ederim diyerek bırakıyorum
burada. Malum sabah iş başı, uykusuz kalmamak lazım…
NOT: Tam bu satırları yazarken bir mail aldım. Çok sevdiğim
bir arkadaşım Türkiye’ye geliyormuş, “Cuma akşam buluşalım mı?” diyor.. Cuma
dediğin ay sonu, para yok.. Kredi kartı desen zaten borç boğazda.. Bu durum
aklıma, okuduğum beş sene boyu –zaten ücretsiz olması gereken okuluma- harç
parası vermemek için aldığım ve biraz da harçlık yaptığım, şimdi de devlete
geri ödemem gereken 12 milyar borcu getiriyor. Yutkunuyor ve bir sigara
sarıyorum. Nasıl ödeyeceğimi bilmediğim 12 milyar için gidiyorum bu 1 Mayıs’a,
Taksim’e…