Bu Blogda Ara

24 Ekim 2012 Çarşamba

Güzel İnsana....


Hayatıma nicedir güzel insanlar girmediğinden midir bilmem, güzel olduğuna ve şimdi hayatımda olmasa da güzel kaldığına inandığım bir insan hakkında yazasım geldi. “Niye artık hayatımda güzel insanlar pek yok?” sorusu ayrı bir konu, sanırım ben büyüdüm ve kendim eksilttim kendimi.

Bir bayram öncesi daha çocukluğumu ve ilk gençliğimi geçirdiğim memleketime –ki küçük bir Anadolu şehridir- gidecek olmam, orada geçirdiğim yılları ve bir daha öylesini tanıyamadığım güzel insanları getirdi hatrıma. Ama ne gariptir ki, bu yazının konusu edeceğim insan doğma büyüme İstanbulludur aslında.

Benim şehrim oldukça küçük bir yer ve ben de orada parmakla sayılacak kadar az olan solcu ailelerden birinin kızıyım. Okulda bir arkadaşımın küfür etmek için –anlamını bilmeden, sadece küfür sandığından- “komünist” kelimesini kullandığı olmuştu mesela; yani birbirimizden besleneceğimiz çok yaşıtım yoktu civarımda. Internetin de yeni yeni evlere girmeye başladığı, mırc sohbet odalarının revaçta olduğu bir dönemdi. Benim şehrimde benden başka Grup Yorum dinleyen tanımadığımdan –ki varmış aslında, sonradan tanıştım kendileriyle- Grup Yorum isimli sohbet odasında tanışmıştım bu İstanbulluyla.

O dönemde kendi deyimiyle ideolojileri tartıyordu, sonradan aynı örgütte mücadele ettik ben de İstanbul’a geldiğimde…  Ama o sırada çoktan kaybetmeye başlamıştım onu, bu ayrı bir mevzu.

Neyse efendim, biz iki liseli aşık olduk birbirimize. Şimdi geriye dönüp baktığımda “ilk aşkım” diyebilirim kendisine. Ne mutlu bana ki hâlâ çok güzel hatırlarım ilk aşkımı, onun beni unutmak istediğini bilmek üzse de. Kendisi birçoğumuz gibi –ama birçoğumuzdan daha çok- Nazım hayranıydı, ezberinde olmayan şiiri yoktu. Ben de o dönem “Piraye’ye Mektuplar” kitabını okuyordum; velhasıl biz liseli aşıklar Nazım ve Piraye demeye başladık birbirimize. Hatta Piraye’nin ilk harfini orak çekiçle çizip “iki sevdam bir arada” demişti bir gün, nasıl da mutlu etmişti beni. (Evet liseliydik, kendimizce romantiktik ve ben hep biraz arabesk olmuşumdur zaten.)

Mektuplarla ve arada ailemden gizlice girdiğim sohbet odalarında yazışırdık bol bol.. (O zaman öyle limitsiz paketler filan nerde… 146 vardı mesela, bağlı kaldığım her dakikayı sayardım fatura kabarmasın diye.) Sonra kendisi üç kez ziyaretime geldi. Ben o arada mektuplarımdan birini yakalattığım için anneme, üçüncüsünde patladı bizim mesele.(Hatırlarım, Nazım’a öykünüp “Kadınım” diye başladığı o mektup yüzünden çok dert anlatmak zorunda kalmıştım anneme) Ve Nazım’ımız dünyanın en saf ve temiz insanı olduğundan yalan söylemeyi beceremedi. Giremedi doğrularını yalan sanan ailemin gözüne. İşte ben ilk orda korkaklığımla eksilttim kendimi; benim için o şehre gelen insanı hiç bilmediği bir şehirde terk ettim, sırf annem istedi diye.

Güzel insanlar pes etmez kolay kolay, ondandır ki kopamadık biz de. Araya başka aşklar, başka arkadaşlıklar girdi ama pek kimse yer etmedi belki de hayatımdan ondan derince. Çok geçmeden ben üniversiteye geldim ve iki aşıktan iki arkadaşa evrilen ilişkimiz yoldaşlık bağıyla güçlendi bir kere de… 

Farkındayım, yazı uzadıkça uzamasına rağmen hâlâ anlatmadım onu bu kadar güzel yapan şeyin ne olduğunu… Onu güzel yapanı anlatmak için beni kötü yapanları anlatmam gerekeceğinden, yok belki de cesaretim. Sonuçta dünyada böyle bir güzel insan var, onu bilin yeter.

O güzel insan bambaşka bir hayata savurdu sonrasında kendini… Hatta kimileri kelimenin gerçek anlamıyla “deli” dedi arkasından, kimileri satılmış, kimileri çıkarcı. Tam da o dönemde çıkardığından beni de hayatından, hâlâ anlamış değilim olanı biteni. Sadece ikna olamıyorum; diyorum ki, bu kadar güzel bir insan bu hayatı seçtiyse olmalı bilmediğimiz bir nedeni.

Şimdi evli kendileri, dünyalar şirini de bir oğlu var hatta. Evet, onunla tanışmamı sağlayan internet sağolsun, hâlâ takip ederim onun hayatında olup biteni. Hayretler içinde, aklım almayarak, ağzım açık okurum kaleminden dökülenleri. Sonra telkin ederim kendimi, sen bilmesen de vardır haklı bir nedeni. Belki hâlâ “Hayatında tanıdığın en iyi insan kim?” sorusuna onun ismini verebiliyor olduğumdan kirletmek istemiyorum şimdiki halini. O kirlenirse anılar da kirlenecek gibi geliyor… Bir de, o da giderse kalmayacak geriye öyle güzel birileri.

Kim bilir, o da hâlâ takipteyse beni, belki bir şekilde okur hakkında dediklerimi. Eğer okuyorsa izni olsun, ona dair yazdığım bu yazıyı onun dizeleriyle bitireyim. Ne de olsa geriye bana kalan sadece mektupları ve şiirleri.

Bana yazdıkları yine bana kalsın, bir zamanlar sıkı sıkı tutunduğumuz ortak hayallerimizle yazdıklarından biridir aşağıdaki.

"Şiir,
karanfil olmalı ağzında
ucuz tütüne dadanan bir işçinin..
Su dökmeli elinden
kapı eşiklerinde yolcu edenlerin...
Çıkıp bir taşın üstüne
-harcı acılardan damıtılmış-
haykırmalı büyük sevdamızı.."