Bu Blogda Ara

2 Nisan 2014 Çarşamba

BANA BİR MASAL ANLAT...

Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar masal yazabileceğine inanan bir Ezgi varmış... Bir gün demişler ki Ezgi'ye: Çocuklar için bir masal anlat, içinde İstanbul olsun. Ama aynı zamanda cümleleri basit, kendisi de iki sayfadan kısa olsun. Ve en önemlisi bir "mesaj"ı olsun.

Evet efendim, bunu duyunca "Neden yapamayım ki?" dedim. İstanbul zaten masallar diyarı, sağıma soluma baksam yeter. Öyle de yaptım. Yaptım ama olmadı. Bir sabah vapurda kahvaltı ederken akşam yazacağım masalı buluverdim. Ertesi akşam da hoooop ikinci masal geldi. İlkine yorum alamadım, ikinciye "fantastik bir roman konusu bu, masala sığdırmaya çalışmışsın, taslak olarak sakla bunu" dediler. Yerine başka masal istediler. Ama tembel insanım ben, daha onlar geri dönmeden üçüncü gün pes etmiştim zaten. Sanırım benim en büyük engelim pes edişlerim, bundandır ki asla yazar olamayacağım. Geçenlerde bilgisayarı temizlerken iki masalı da okudum yeniden. İlki masaldan ziyade ilkokul Türkçe kitaplarında yer alan -bir diğer deyişle Mahsun Kırmızıgül filmleri gibi mesajı kafamıza kafamıza çakan- "Okuduğumuzdan ne anladık?" öykülerinden olmuş. Ondandır ki çöpe gitmeye hak kazandı. Sonra da çöpe atacağıma blog sayfama atmaya karar verdim. Nasıl olsa burası da bir tür arka bahçe çöplüğüne dönüştü. Velhasıl masalımsı şey işte burada, aşağıda.

Bir küçük kırmızı not: İkincisini çok sevdiğimden -ve daha bir masala benzediğinden- bu çöplüğe atmadan önce biraz saklayacağım. Kendimi çok az tanıyorsam asla o "fantastik" kitabı yazmayacağım. Muhtemelen bir sonraki temizlik sırasında o da buradaki yerini bulacaktır. 

BOĞAZIN KIZLARI
Uzun bir kışın ardından yazı müjdeleyen bahar kendini göstermiş, İstanbul rengârenk elbiselerini dolabından çıkarırken yeni yeni açan erguvanlar boğazı mora boyamıştı. İrem’in küçük hafta sonu tatili şimdiden güzelleşmişti. İki gününü teyzesinde kuzenleriyle geçirecek olmanın sevincine ilk kez tek başına vapura binmenin heyecanı eklenmişti. Üsküdar’dan Eminönü’ne yapacağı yolculuk sadece on beş dakika sürecekti. Olsun, yine de ileride yapmayı düşlediği gezilerin ufak bir provası sayılabilirdi. Kız Kulesi’nin hangi tarafında kaldığını anlamaya çalışırken suyundan son yudumunu aldı ve şişeyi attı. Tam o sırada derinlerden gelen bir “Ah!” sesi duydu. Aşağıya baktığında hemen hemen kendisiyle aynı yaşlarda, acı içinde kafasını tutan kız çocuğunu gördü.
-Ne yapıyorsun orada? Çık hemen, burada yüzemezsin. Akıntıya kapılabilirsin. Hem bir sürü gemi var, sana çarpabilirler, dedi.
-Gemiler bana senin attığın şu şişe kadar zarar veremez, az daha yaralıyordun beni. Hem ben bu denizin bir parçasıyım, akıntıda yolumu bulmayı bilirim. Boğazda yüzmek siz insanlar için tehlikeli olabilir, ama ben burada doğup büyüdüm.
İrem, bir yandan bir insanı yaralama ihtimalinin üzüntüsünü yaşarken bir yandan da duyduklarına anlam vermeye çalışıyordu. Yoksa güneş vurdukça altın gibi parıldayan o şey gerçekten pullardan oluşan bir kuyruk muydu?
-İyi ama bu nasıl olur? Denizkızı diye bir şey gerçek hayatta yok ki, onlar sadece birer masal kahramanı.
Bunları sadece aklından geçirmediğini, şaşkınlıkla mırıldandığını fark etti.
-Gördüğün gibi karşındayım ve gerçeğim, diye cevap verdi denizkızı. Sadece varlığımızı insanlara unutturduk, çünkü sizden korkuyoruz. Sizin davranışlarınız yüzünden sayımız o kadar azaldı ki. Aslında boğazlar bizim nüfusumuzun en fazla olduğu yerlerden. Farklı denizleri birbirine bağladığından yeni yerler görmek isteyen birçok denizkızının yolu buraya düşer. Genelde derinlerden yüzeriz, sadece geceleri yaklaşıyoruz suyun yüzüne. Çünkü o zaman daha az insan oluyor. Kıyıdan pullarımızın parıltısını gören olursa da yakamozlarla karıştırıyor. O yüzden geceleri daha rahatız. Ama buradaki manzaranın güzelliğini o kadar çok duydum ki, sonunda bir de gündüz görmek için yüzeye yaklaştım. Annem haklıymış, insanlara fazla yaklaşmak tehlikeli. Bak, neredeyse yaralıyordun beni.
-Çok özür dilerim, dedi İrem.
Söyleyebilecek başka bir şey bulamadı. Gerçek bir denizkızı gördüğü için dünyanın en şanslı insanı olduğunu hissediyordu, ama istemeden de olsa böylesi bir güzelliğe zarar verme düşüncesi onu gerçekten çok üzdü.
-Sadece benden özür dilemen yetmez ki, dedi denizkızı kırgınlıkla. Burada birçok canlı var, su altındaki dünyayı görsen gözlerine inanamazsın. Ara sıra boğazda oyun oynayan yunusları gördüğünüzde sevinçten çığlıklar atıyorsunuz. Ama aslında kendi dışınızdaki canlılara karşı bu kadar duyarsız olmasanız çok daha fazlasını görebilirsiniz. Sizin attığınız her çöp bizim evimizi kirletiyor. Kirli sularda yaşayamayız biz, aynı sizin pis evlerde yaşayamadığınız gibi. Hem dünya hepimizin, beraber yaşadığımız kocaman bir ev gibi düşün. Sen iyi birine benziyorsun, o yüzden beni anlayabilirsin. Hatta arkadaşlarına da anlatacağına inanıyorum. Bir gün gerçekten tüm insanlar gerekli duyarlılığı gösterip çevreyi kirletmeye son verirse biz de artık sizden korkmayız. Belki ara sıra karaya bile çıkabiliriz. Böylelikle denizin sadece altını değil, üstündeki güzelliği de görebiliriz. Hem o zaman beraber oyunlar da oynarız. Ama şimdi gitmem gerek, ailem telaşlanmıştır, onlara haber vermeden çıktım yukarıya. Kendine dikkat et, olur mu? İstanbul’a da. Buradan görebildiğim kadarıyla evimiz tahmin ettiğimden de güzel, onu korumamıza yardım et.
-Mutlaka edeceğim, dedi İrem büyük bir mahcubiyet içinde. Ufacık bir şişenin bu kadar büyük bir zarar vereceğimi düşünmemiştim, ama haklısın. Bundan sonra hiçbir şeyi denize atmayacağım. Uyardığın için teşekkür ederim, yolculuğumda bana eşlik ettiğin için de. Tekrar görüşmek üzere…
İrem son cümlesini bitiremeden denizkızı gözden kayboldu. Ama onu bir kez daha göreceğine emindi. Çünkü doğayı korumaya vakit kaybetmeden başlayacak ve vapurdan inmeden önce etrafında gördüğü, başka insanlardan kalan çöpleri de toplayacaktı.