Hayatıma nicedir güzel
insanlar girmediğinden midir bilmem, güzel olduğuna ve şimdi hayatımda olmasa da
güzel kaldığına inandığım bir insan hakkında yazasım geldi. “Niye artık
hayatımda güzel insanlar pek yok?” sorusu ayrı bir konu, sanırım ben büyüdüm ve
kendim eksilttim kendimi.
Bir bayram öncesi daha çocukluğumu ve ilk gençliğimi
geçirdiğim memleketime –ki küçük bir Anadolu şehridir- gidecek olmam, orada
geçirdiğim yılları ve bir daha öylesini tanıyamadığım güzel insanları getirdi
hatrıma. Ama ne gariptir ki, bu yazının konusu edeceğim insan doğma büyüme
İstanbulludur aslında.
Benim şehrim oldukça küçük bir yer ve ben de orada parmakla
sayılacak kadar az olan solcu ailelerden birinin kızıyım. Okulda bir
arkadaşımın küfür etmek için –anlamını bilmeden, sadece küfür sandığından- “komünist”
kelimesini kullandığı olmuştu mesela; yani birbirimizden besleneceğimiz çok
yaşıtım yoktu civarımda. Internetin de yeni yeni evlere girmeye başladığı, mırc
sohbet odalarının revaçta olduğu bir dönemdi. Benim şehrimde benden başka Grup
Yorum dinleyen tanımadığımdan –ki varmış aslında, sonradan tanıştım
kendileriyle- Grup Yorum isimli sohbet odasında tanışmıştım bu İstanbulluyla.
O dönemde kendi deyimiyle ideolojileri tartıyordu, sonradan
aynı örgütte mücadele ettik ben de İstanbul’a geldiğimde… Ama o sırada çoktan kaybetmeye başlamıştım
onu, bu ayrı bir mevzu.
Neyse efendim, biz iki liseli aşık olduk birbirimize. Şimdi
geriye dönüp baktığımda “ilk aşkım” diyebilirim kendisine. Ne mutlu bana ki
hâlâ çok güzel hatırlarım ilk aşkımı, onun beni unutmak istediğini bilmek üzse
de. Kendisi birçoğumuz gibi –ama birçoğumuzdan daha çok- Nazım hayranıydı,
ezberinde olmayan şiiri yoktu. Ben de o dönem “Piraye’ye Mektuplar” kitabını
okuyordum; velhasıl biz liseli aşıklar Nazım ve Piraye demeye başladık
birbirimize. Hatta Piraye’nin ilk harfini orak çekiçle çizip “iki sevdam bir
arada” demişti bir gün, nasıl da mutlu etmişti beni. (Evet liseliydik,
kendimizce romantiktik ve ben hep biraz arabesk olmuşumdur zaten.)
Mektuplarla ve arada ailemden gizlice girdiğim sohbet
odalarında yazışırdık bol bol.. (O zaman öyle limitsiz paketler filan nerde… 146
vardı mesela, bağlı kaldığım her dakikayı sayardım fatura kabarmasın diye.)
Sonra kendisi üç kez ziyaretime geldi. Ben o arada mektuplarımdan birini
yakalattığım için anneme, üçüncüsünde patladı bizim mesele.(Hatırlarım, Nazım’a
öykünüp “Kadınım” diye başladığı o mektup yüzünden çok dert anlatmak zorunda
kalmıştım anneme) Ve Nazım’ımız dünyanın en saf ve temiz insanı olduğundan
yalan söylemeyi beceremedi. Giremedi doğrularını yalan sanan ailemin gözüne.
İşte ben ilk orda korkaklığımla eksilttim kendimi; benim için o şehre gelen
insanı hiç bilmediği bir şehirde terk ettim, sırf annem istedi diye.
Güzel insanlar pes etmez kolay kolay, ondandır ki kopamadık
biz de. Araya başka aşklar, başka arkadaşlıklar girdi ama pek kimse yer etmedi belki
de hayatımdan ondan derince. Çok geçmeden ben üniversiteye geldim ve iki
aşıktan iki arkadaşa evrilen ilişkimiz yoldaşlık bağıyla güçlendi bir kere de…
Farkındayım, yazı uzadıkça uzamasına rağmen hâlâ anlatmadım
onu bu kadar güzel yapan şeyin ne olduğunu… Onu güzel yapanı anlatmak için beni
kötü yapanları anlatmam gerekeceğinden, yok belki de cesaretim. Sonuçta dünyada
böyle bir güzel insan var, onu bilin yeter.
O güzel insan bambaşka bir hayata savurdu sonrasında kendini…
Hatta kimileri kelimenin gerçek anlamıyla “deli” dedi arkasından, kimileri
satılmış, kimileri çıkarcı. Tam da o dönemde çıkardığından beni de hayatından,
hâlâ anlamış değilim olanı biteni. Sadece ikna olamıyorum; diyorum ki, bu kadar
güzel bir insan bu hayatı seçtiyse olmalı bilmediğimiz bir nedeni.
Şimdi evli kendileri, dünyalar şirini de bir oğlu var hatta.
Evet, onunla tanışmamı sağlayan internet sağolsun, hâlâ takip ederim onun
hayatında olup biteni. Hayretler içinde, aklım almayarak, ağzım açık okurum
kaleminden dökülenleri. Sonra telkin ederim kendimi, sen bilmesen de vardır
haklı bir nedeni. Belki hâlâ “Hayatında tanıdığın en iyi insan kim?” sorusuna
onun ismini verebiliyor olduğumdan kirletmek istemiyorum şimdiki halini. O
kirlenirse anılar da kirlenecek gibi geliyor… Bir de, o da giderse kalmayacak
geriye öyle güzel birileri.
Kim bilir, o da hâlâ takipteyse beni, belki bir şekilde okur
hakkında dediklerimi. Eğer okuyorsa izni olsun, ona dair yazdığım bu yazıyı
onun dizeleriyle bitireyim. Ne de olsa geriye bana kalan sadece mektupları ve
şiirleri.
Bana yazdıkları yine bana kalsın, bir zamanlar sıkı sıkı
tutunduğumuz ortak hayallerimizle yazdıklarından biridir aşağıdaki.
"Şiir,
karanfil olmalı ağzında
ucuz tütüne dadanan bir işçinin..
Su dökmeli elinden
kapı eşiklerinde yolcu edenlerin...
Çıkıp bir taşın üstüne
-harcı acılardan damıtılmış-
haykırmalı büyük sevdamızı.."