Bu Blogda Ara

11 Mart 2014 Salı

Bugün 11 Mart, Berkin Elvan öldürüldü. Çalışamıyorum.

Bugün 11 Mart, Berkin Elvan öldürüldü. Ben işteyim, insanlar sokakta. Gelmiyor elimden ağlamaktan başka bir şey. Ağlamak, avazım çıktığı kadar bağırmak, sonra yine ağlamak, bağıra bağıra ağlamak istiyorum. Suratlarına tükürmek istiyorum katillerinin. Her birinin tek tek tükürmek istiyorum suratına. Çalışamıyorum. Birkaç güne ailemin yanına gideceğim ya hani, kafamı gömüp çalışmam bekleniyor bu hafta. Çalışamıyorum. Bugün Berkin ailesinden alındı. Ben ne hakla gideceğim annemin babamın yanına? Ne yüzle sarılacağım boyunlarına? 14'ünde başından vurdular Berkin'i, 15'inde öldürdüler. Ben 27'yim. 13 yıl fazla yaşadım Berkin'den. Hak ettim mi? Berkin gibi niceleri düşerken toprağa ne yaptım ben? Susmadım belki ama sesimi duyurabildim mi? Daha fazlası gelmez miydi elimden? Ağlamak temizler mi üzerimdeki kiri? Ah Berkin, sen şimdi 16 kg halinle küçücük bir tabuta sığdırılıyorsan bunun suçlusu benim. Ağlıyorum Berkin, yine hiçbir şey yapamadan bir masanın başında ağlıyorum. Affet beni.

1 Mart 2014 Cumartesi

PERA’LI CUMALAR

Beyoğlu’nun cuma akşamları genelde sinema ve alkol akşamıdır. İşten çıkar, yemeğinizi yer, sonra filme girer, çıkınca da bir iki tek atarken filmi, ülkenin halini, hayatınızı ve saatler ilerledikçe daha ziyade ilişkileri konuştuğunuz hoş sohbetlere dalarsınız. Diğer bir alternatif ise işten çıkar çıkmaz alkol masasına oturup haftanın tüm yorgunluğunu atana, yani aksırıncaya tıksırıncaya kadar içmektir, ki o da pek güzeldir.  Bizse üç arkadaş bu cuma bambaşka bir şey yaptık. Bu yaptığımızdan da o kadar keyif aldık ki paylaşmadan edemiyorum.

Aslında amacımız ilk planı uygulamaktı. Pek sevdiğim Reha Erdem’in yeni filmi Şarkı Söyleyen Kadınlar için buluşacaktık. Ama Başka Sinema, filmin seansını 18:30’a çektiğinden yetişemedik. (Buradan Başka Sinema yetkililerine sesleniyorum: Neden ama neden? Hep mi böyle olacak? Lütfen olmasın.) Hemen yerine alternatif bir plan geliştirdik ve Pera Müzesi’nin tweet’lerinde sıkça rastladığımız #UzunCuma’dan yararlanmaya karar verdik. Eveeet, lafı o kadar dolandırdıktan sonra sonunda geldim konuya. Pera Müzesi’ni her cuma akşamı saat 18:00 – 22:00 arası ücretsiz gezebiliyorsunuz. Ve işin diğer güzel yanı, Pera Müzesi bu ara birbirinden güzel sergilere ev sahipliği yapıyor. Peki biz ne gördük?

AURORA

Yuva / Ulrica Hydman-Vallien
Gezmeye en üst kattan başladık. Beşinci ve dördüncü katlarda “Kuzey Ülkelerinde Çağdaş Cam Sanatı” sergisi bulunuyor. Sergi 20 Nisan’a kadar devam edecek, yani daha önünüzde bol bol vakit var. Kuzey Avrupa’dan 25 sanatçı sizi kendilerine özgü yorumlarıyla cam sanatı ile tanıştırıyor. Bu kısmı gezmek özellikle benim gibi her gördüğüne dokunmak isteyen, dokunma duyusunu kullanmazsa bir şeyleri eksik algıladığı hissiyatına kapılan bir insan için zor olabilir; zira her biri o kadar güzel ki mutlaka elinize almak istiyorsunuz. Tüm sergiyi “Bu cam değil, böyle cam mı olur, bence bu şekerleme” gibi sığ yorumlarımla da gezsem gördüklerimden pek keyif aldım. Özellikle getirip evimin baş köşesine koymak istediğim vazolar ile Ulrica Hydman-Vallien’in Yuva (Hayatın Başlangıcı ve Sonu) eseri bir süre başından ayrılamadıklarımdan. Sadece onlar için bile gidiniz ve görünüz efendim.

PICASSO

Pera'da Picasso
“Ben beyaz bir babadan ve Endülüslü küçük bir bardak can suyundan doğdum, ben Málaga’nın benim soyumu sürdüren başı yasemin çiçeklerinden bir taçla bezeli boğası Percheles’te on beş yaşında bir kızın kızının kızı olarak dünyaya gelen anneden doğdum.”

Pera Müzesi’nin bu ara en dikkat çekeni, altı bölümden oluşan “Picasso – Doğduğu Evden Gravürler ve Seramikler” sergisi, müzenin üçüncü katında yer alıyor. 1923 - 1969 arasında kullandığı tekniklerle bizi Picasso ile tekrar tanıştıran -zira ben Picasso ile değil de Picasso’nun Picasso olmasını sağlayan iç dünyasıyla tanışmış gibi hissettim- bu sergi de, aynı cam sanatı sergisi gibi 20 Nisan’a kadar görülebilir.

Picasso dendiğinde çoğumuzun aklına sadece kübik eserleri gelse de gravürlerini görmek bambaşka bir deneyim.  Zira sergiyi gezerken hayatına dair daha fazla detaya hakim olurken aynı zamanda kullandığı üsluptaki geçişe tanık olduğunuz örnekler sayesinde, Picasso’nun beyin kıvrımları arasında geziniyor ve onun arayışına yol arkadaşlığı ediyor hissine kapılıyorsunuz. Özellikle İki Çıplak Kadın serisine bakarken ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Ayrıca sergi sadece Picasso’nun Pan’ı için bile görülmeye değer.

OSMAN HAMDİ BEY & KESİŞEN DÜNYALAR: ELÇİLER VE RESSAMLAR

Kaplumbağa Terbiyecisi
İkinci katta –koleksiyon sergileri kısmı, yani tahminimce hep orada olan kısım, ama siz benim tahminlerime pek güvenmeyin- iki ayrı sergi bulunuyor. Bunlardan biri olan “Osman Hamdi Bey’in Yaşamı ve Sanatı” Suna ve İnan Kıraç Vakfı Koleksiyonu’na ait eserlerden oluşuyor. Sergi girişinde Osman Hamdi Bey’in yaşamını fotoğraflarıyla beraber anlatan bölümü okuduğumda “Yalnız bunlar ne kadar farklı fotoğraflar, resmen kılıktan kılığa girmiş” diye düşünmüştüm. Devamında öğrendim ki, Osman Hamdi Bey resimlerinde çoğu zaman ya farklı giysiler içinde poz verdiği fotoğraflarından ya da çevresindeki insanlardan yararlanırmış. Ve hatta sıkı durun, bu durum o çok ünlü Kaplumbağa Terbiyecisi tablosu için de geçerli.

Yalnız anlamadığım, çok çok uzak bir tarihten söz edilmemesine ve Osman Hamdi Bey devlet kurumlarıyla oldukça haşır neşir olmasına rağmen, hayatının anlatıldığı kısımda bolca “olabileceği, düşünüldüğü, sanıldığı” gibi sözcüklerin kullanılması. Koskoca Osman Hamdi Bey’in on yıl evli kaldığı eşinden bile “Adının Agaritha olduğu sanılan” diye bahsediliyor.
İstanbul Panoramaları

İkinci kısım olan “Kesişen Dünyalar: Elçiler ve Ressamlar” bölümünde yine aynı vakfın koleksiyonundan eserler sergileniyor. Burada 17. – 19. yüzyıl arası elçilerin portreleri ve kimi diplomatik olayların resmedilişinin yanı sıra İstanbul panoramaları yer alıyor. Ben daha ziyade İstanbul panoramaları kısmı ile ilgilensem de Osmanlı tarihine ve özellikle dönem diplomasisine ilgi duyanlar Jean – Baptiste Vanmour’un eserlerini kesinlikle kaçırmamalı.

ANADOLU AĞIRLIK VE ÖLÇÜLERİ & KÜTAHYA ÇİNİ VE SERAMİKLERİ

Birinci katta yer alan bu kısım da –yine tahminimce- hep orada olan süresiz koleksiyonlardan; çünkü daha önceki Pera çıkarmamda da görmüş, kısıtlı vakit nedeniyle gezmeden ayrılmıştım. Bu sefer –çok da ilgimi çekmediğinden- hızlı bir tur attım.

Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri
Bu iki sergi de yine Suna ve İnan Kıraç Vakfı Koleksiyonu’ndan. (Vakfın ismini o kadar çok kullandım ki bu yazıdan sonra kendilerine dair detaylı bir araştırma yapmanın vakti geldi sanırım.) Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri Koleksiyonu normalde sekiz binden fazla parçadan oluştuğundan burada sadece bir kısmı sergilenmekteymiş. Klasik öncesi çağlardan günümüze Anadolu’da çeşitli alanlarda kullanılan ağırlık, uzunluk ve hacim ölçüleri sergileniyor. Dediğim gibi, benim pek ilgimi çekmediğinden yorumlarım “ay o ne güzel terazi öyle, aaa bundan bizde de vardı, pazarcıların kullandığı ağırlıktan”dan öteye gidemedi.

Kütahya Çini ve Seramikleri
Kütahya Çini ve Seramikleri kısmında ise 18. – 20. yy arası çini ve seramik sanatı örnekleri sergileniyor. 400’ün üzerinde parçadan oluşan koleksiyonun bir kısmını burada yakından görme imkanına sahipsiniz. Dinî motiflerin de kullanıldığı eserlerle alışageldiğimiz çini sanatının dışındaki örnekleri de görmüş oluyoruz. Mataralar, tabaklar, bardaklar gibi eserlerin arasında benim dikkatimi en çok kupa bardaklar ve günümüz kahvaltı tabaklarına benzeyen bir tabak çekmişti. Nedense ben onların hep yeni yeni kullanılmaya başlandığını sanıyordum.

Son olarak, müzeyi gezdikten sonra en alt kattaki müze mağazasına da uğramayı unutmayın, cidden çok güzel şeyler var.  Ama benim gibi ay sonu cepte beş kuruş yokken ücretsiz olduğu günü seçip gidenlerdenseniz biraz acılı olur benden uyarması.


Bir Küçük Kırmızı Not: Daha önce Pera’da 19. yy Rus Klasikleri sergisini gezmiş ve dönemin toplumsal gerçekçilerinden birinin eserlerini çok beğenmiştim. Dün akşam ressamın adını hatırlayamayınca “yazsaydım böyle olmazdı” dedim ve ondan sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim. Şimdi araştırıp buldum, ressam İlya Repin. Bunu da buraya not edeyim ki bir daha unutmayım.