Beyoğlu’nun cuma akşamları genelde sinema ve alkol akşamıdır.
İşten çıkar, yemeğinizi yer, sonra filme girer, çıkınca da bir iki tek atarken
filmi, ülkenin halini, hayatınızı ve saatler ilerledikçe daha ziyade ilişkileri
konuştuğunuz hoş sohbetlere dalarsınız. Diğer bir alternatif ise işten çıkar
çıkmaz alkol masasına oturup haftanın tüm yorgunluğunu atana, yani aksırıncaya
tıksırıncaya kadar içmektir, ki o da pek güzeldir. Bizse üç arkadaş bu cuma bambaşka bir şey
yaptık. Bu yaptığımızdan da o kadar keyif aldık ki paylaşmadan edemiyorum.
Aslında amacımız ilk planı uygulamaktı. Pek sevdiğim Reha
Erdem’in yeni filmi Şarkı Söyleyen Kadınlar için buluşacaktık. Ama Başka Sinema,
filmin seansını 18:30’a çektiğinden yetişemedik. (Buradan Başka Sinema
yetkililerine sesleniyorum: Neden ama neden? Hep mi böyle olacak? Lütfen olmasın.)
Hemen yerine alternatif bir plan geliştirdik ve Pera Müzesi’nin tweet’lerinde
sıkça rastladığımız #UzunCuma’dan yararlanmaya karar verdik. Eveeet, lafı o
kadar dolandırdıktan sonra sonunda geldim konuya. Pera Müzesi’ni her cuma
akşamı saat 18:00 – 22:00 arası ücretsiz gezebiliyorsunuz. Ve işin diğer güzel
yanı, Pera Müzesi bu ara birbirinden güzel sergilere ev sahipliği yapıyor. Peki
biz ne gördük?
AURORA
Yuva / Ulrica Hydman-Vallien |
Gezmeye en üst kattan başladık. Beşinci ve dördüncü katlarda
“Kuzey Ülkelerinde Çağdaş Cam Sanatı” sergisi bulunuyor. Sergi 20 Nisan’a kadar
devam edecek, yani daha önünüzde bol bol vakit var. Kuzey Avrupa’dan 25 sanatçı
sizi kendilerine özgü yorumlarıyla cam sanatı ile tanıştırıyor. Bu kısmı gezmek
özellikle benim gibi her gördüğüne dokunmak isteyen, dokunma duyusunu kullanmazsa
bir şeyleri eksik algıladığı hissiyatına kapılan bir insan için zor olabilir; zira
her biri o kadar güzel ki mutlaka elinize almak istiyorsunuz. Tüm sergiyi “Bu
cam değil, böyle cam mı olur, bence bu şekerleme” gibi sığ yorumlarımla da
gezsem gördüklerimden pek keyif aldım. Özellikle getirip evimin baş köşesine
koymak istediğim vazolar ile Ulrica Hydman-Vallien’in Yuva (Hayatın Başlangıcı
ve Sonu) eseri bir süre başından ayrılamadıklarımdan. Sadece onlar için bile
gidiniz ve görünüz efendim.
PICASSO
Pera'da Picasso |
“Ben beyaz bir babadan
ve Endülüslü küçük bir bardak can suyundan doğdum, ben Málaga’nın benim
soyumu sürdüren başı yasemin çiçeklerinden bir taçla bezeli boğası Percheles’te
on beş yaşında bir kızın kızının kızı olarak dünyaya gelen anneden doğdum.”
Pera Müzesi’nin bu ara en dikkat çekeni, altı bölümden
oluşan “Picasso – Doğduğu Evden Gravürler ve Seramikler” sergisi, müzenin üçüncü katında yer alıyor. 1923
- 1969 arasında kullandığı tekniklerle bizi Picasso ile tekrar tanıştıran -zira
ben Picasso ile değil de Picasso’nun Picasso olmasını sağlayan iç dünyasıyla
tanışmış gibi hissettim- bu sergi de, aynı cam sanatı sergisi gibi 20 Nisan’a
kadar görülebilir.
Picasso dendiğinde çoğumuzun aklına sadece kübik eserleri
gelse de gravürlerini görmek bambaşka bir deneyim. Zira sergiyi gezerken hayatına dair daha fazla
detaya hakim olurken aynı zamanda kullandığı üsluptaki geçişe tanık olduğunuz
örnekler sayesinde, Picasso’nun beyin kıvrımları arasında geziniyor ve onun
arayışına yol arkadaşlığı ediyor hissine kapılıyorsunuz. Özellikle İki Çıplak Kadın serisine bakarken ne demek
istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Ayrıca sergi sadece Picasso’nun Pan’ı için
bile görülmeye değer.
OSMAN HAMDİ BEY & KESİŞEN DÜNYALAR: ELÇİLER VE RESSAMLAR
Kaplumbağa Terbiyecisi |
İkinci katta –koleksiyon sergileri kısmı, yani tahminimce hep
orada olan kısım, ama siz benim tahminlerime pek güvenmeyin- iki ayrı sergi
bulunuyor. Bunlardan biri olan “Osman Hamdi Bey’in Yaşamı ve Sanatı” Suna ve
İnan Kıraç Vakfı Koleksiyonu’na ait eserlerden oluşuyor. Sergi girişinde Osman
Hamdi Bey’in yaşamını fotoğraflarıyla beraber anlatan bölümü okuduğumda “Yalnız
bunlar ne kadar farklı fotoğraflar, resmen kılıktan kılığa girmiş” diye
düşünmüştüm. Devamında öğrendim ki, Osman Hamdi Bey resimlerinde çoğu zaman ya farklı
giysiler içinde poz verdiği fotoğraflarından ya da çevresindeki insanlardan
yararlanırmış. Ve hatta sıkı durun, bu durum o çok ünlü Kaplumbağa Terbiyecisi
tablosu için de geçerli.
Yalnız anlamadığım, çok çok uzak bir tarihten söz
edilmemesine ve Osman Hamdi Bey devlet kurumlarıyla oldukça haşır neşir
olmasına rağmen, hayatının anlatıldığı kısımda bolca “olabileceği, düşünüldüğü,
sanıldığı” gibi sözcüklerin kullanılması. Koskoca Osman Hamdi Bey’in on yıl
evli kaldığı eşinden bile “Adının Agaritha olduğu sanılan” diye bahsediliyor.
İstanbul Panoramaları |
İkinci kısım olan “Kesişen Dünyalar: Elçiler ve Ressamlar”
bölümünde yine aynı vakfın koleksiyonundan eserler sergileniyor. Burada 17. –
19. yüzyıl arası elçilerin portreleri ve kimi diplomatik olayların resmedilişinin
yanı sıra İstanbul panoramaları yer alıyor. Ben daha ziyade İstanbul
panoramaları kısmı ile ilgilensem de Osmanlı tarihine ve özellikle dönem
diplomasisine ilgi duyanlar Jean – Baptiste Vanmour’un eserlerini kesinlikle kaçırmamalı.
ANADOLU AĞIRLIK VE ÖLÇÜLERİ & KÜTAHYA ÇİNİ VE
SERAMİKLERİ
Birinci katta yer alan bu kısım da –yine tahminimce- hep
orada olan süresiz koleksiyonlardan; çünkü daha önceki Pera çıkarmamda da
görmüş, kısıtlı vakit nedeniyle
gezmeden ayrılmıştım. Bu sefer –çok da ilgimi çekmediğinden- hızlı bir tur
attım.
Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri |
Bu iki sergi de yine Suna ve İnan Kıraç Vakfı Koleksiyonu’ndan.
(Vakfın ismini o kadar çok kullandım ki bu yazıdan sonra kendilerine dair
detaylı bir araştırma yapmanın vakti geldi sanırım.) Anadolu Ağırlık ve
Ölçüleri Koleksiyonu normalde sekiz binden fazla parçadan oluştuğundan burada
sadece bir kısmı sergilenmekteymiş. Klasik öncesi çağlardan günümüze Anadolu’da
çeşitli alanlarda kullanılan ağırlık, uzunluk ve hacim ölçüleri sergileniyor.
Dediğim gibi, benim pek ilgimi çekmediğinden yorumlarım “ay o ne güzel terazi
öyle, aaa bundan bizde de vardı, pazarcıların kullandığı ağırlıktan”dan öteye
gidemedi.
Kütahya Çini ve Seramikleri |
Kütahya Çini ve Seramikleri kısmında ise 18. – 20. yy arası çini
ve seramik sanatı örnekleri sergileniyor. 400’ün üzerinde parçadan oluşan
koleksiyonun bir kısmını burada yakından görme imkanına sahipsiniz. Dinî motiflerin
de kullanıldığı eserlerle alışageldiğimiz çini sanatının dışındaki örnekleri de
görmüş oluyoruz. Mataralar, tabaklar, bardaklar gibi eserlerin arasında benim
dikkatimi en çok kupa bardaklar ve günümüz kahvaltı tabaklarına benzeyen bir
tabak çekmişti. Nedense ben onların hep yeni yeni kullanılmaya başlandığını
sanıyordum.
Son olarak, müzeyi gezdikten sonra en alt kattaki müze mağazasına
da uğramayı unutmayın, cidden çok güzel şeyler var. Ama benim gibi ay sonu cepte beş kuruş yokken
ücretsiz olduğu günü seçip gidenlerdenseniz biraz acılı olur benden uyarması.
Bir Küçük Kırmızı Not: Daha önce Pera’da 19. yy Rus Klasikleri sergisini gezmiş
ve dönemin toplumsal gerçekçilerinden birinin eserlerini çok beğenmiştim. Dün
akşam ressamın adını hatırlayamayınca “yazsaydım böyle olmazdı” dedim ve ondan
sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim. Şimdi araştırıp buldum, ressam İlya
Repin. Bunu da buraya not edeyim ki bir daha unutmayım.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil