Bu Blogda Ara

28 Mayıs 2011 Cumartesi

HER ŞEHİR KENDİNE BENZETİYOR BENİ - MİDYAT

Dediler ki; baharda görülmeliymiş Midyat. Meğerse tam zamanında gitmişim oralara, bir aya kalmaz kururmuş havası.

Mardin - Midyat arası bir saatlik yolu ufacık bir araçta sıkış tıkış giderken kurdu bu cümleyi Midyatlılar. Ben o sırada pencereye dayanmış, yeşilliklerin ortasında kırmızının zaferini ilan eden gelincik tarlalarını izlemekteydim. “Durdurun arabayı!” diye bağırasım geldi, “Durdurun da koşup yuvarlanayım, kaybolayım şu gelinciklerin arasında.” Daha uçaktan ineli bir saat olmamış, gelincik tarlalarından başka hiçbir şey görmemiş ve şimdiden aşık olmuştum oraların renklerine.

Sonra insanına aşık oldum. Nasıl gideceğimi sorduğum yol için çıkarıp yol parası veren insanına. (Dolmuş yok diyerek beni kandırmaya çalışan taksicileri ayrı tutuyorum; çakal taksici her yerde çakal taksici :p) Her biri bilmediğim bir başka dilde konuşan, ama birbirlerini anlayabilen insanlarına aşık oldum.. Onların bana yardımcı olma çabasına, otobüse bindiğim an genci yaşlısıyla hep birden ayağa kalkıp yer vermeye çalışan erkeklerine.. Bugüne dek hep bir sempatim olmuştu onlara karşı; içimdeki filizi güçlendirdiler, bir kez daha yakınlaştırdılar beni kendilerine.  İstanbul’dan beraber uçağa bindiğim, suratlarındaki makyajdan ten rengini seçemediğim, kurdukları cümlelere, tepeden bakan gözlerine, aşağılayıcı ses tonlarına katlanamadığım kokoş kadın grubu geldi aklıma. Oradaki yapmacıklıktan nasıl kaçmak istediysem, buranın esmer tenli doğallığına o kadar sarılmak istedim.

Nicedir dinlemediğim şarkılar çaldı bir bir radyoda.. Hiç dinlemediklerimi de ilk kez orada sevdim. Arapça, Kürtçe, Türkçe... Kardeş dillerin kardeş ezgilerini dinledim Midyat yollarında.

Heştreke (Ortaca) Köyü Öğrencileri
Bir köy okulunda buldum sonra kendimi. Liseden bu yana hiç kopamadığım arkadaşım, belki de kendine en yakışan meslek olan öğretmenliği seçmiş, ders veriyordu bir Kürt köyünde çocuklara. Onu izledim, ona imrendim, onunla gururlandım. Dışarıdan gelen bir yabancının etrafını bir anda sarıveren o çocukların merakıyla, kısa süre içinde de sevgisiyle tanıştım.. Başıma papatyadan bir taç konuldu, elime “Öğretmenim, sizin için.” sözleriyle bir çiçek tutuşturuldu. Her biri bir meziyetini sergiledi, şarkılar söylendi, halaylar çekildi.  Midyat’ta bir Kürt köyünde öğretmen oldum bir günlüğüne...

Hah (Anıtlı) Köyü


Hemen yan köye gittim sonra. Birkaç kilometrelik mesafedeki bir Süryani köyüne. Çocuklar aynı çocuklardı, sadece isimler değişti. Birbirlerine Süryanice seslenmeleri, cami yerine kiliseye gidiyor olmaları dışında bir fark yoktu sanki. Arkadaşım anlattı sonra; o köyde öğretmen olmadığı bir dönemde bu çocuklar da yan köye onun sınıfına gelmiş, aynı sınıfta ders vermişti onlara da. Bu çocuklar tam üç dil biliyordu, üç ayrı dilde anlatabiliyorlardı kendilerini. Beraber büyüyordu iki köyün farklı halklarının çocukları, kavgadan uzak büyüyorlardı.

Köy okulunun bakkalı ile muhabbet ettik bir süre. Dükkanın önüne attığı iskemlelerde bize ikram ettiği kaçak çaydan içip kaçak sigaralarımızı tüttürürken, yıllarca İstanbul’da da yaşamış biri olarak Midyat’taki hayattan bahsetti bize. “Buralar başkadır hocam.” diyerek başladı sözüne. ”İstanbul’a da benzemez, diğer Doğu illerine de.” Farklı kültürlerin bir arada nasıl huzur içinde yaşadığından bahsedip, Midyat’a boşuna “medeniyetlerin beşiği” denmediğini anlattı.. Haklı bir övünme vardı sözlerinde, benimse heyecanlı bir imrenme vardı ona bakan gözlerimde..  

Bu sadece ilk günümdü Midyat’ta; akşamında bambaşka duygular içinde, ama huzurluydum. Tıpkı Midyat gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder